
MEŞHET
İmam Rıza (a.s)
Ebü’l-Hasan Ali bin Musa er-Rıza (h. 148-203), İsna Aşer (On İki İmam) Şia’sının sekizinci imamıdır. En meşhur lakabı “Rıza” ve “İmam Rıza” olarak anılmaktadır. Künyesi Ebü’l-Hasan’dır. Babası Şiaların Yedinci İmamı, İmam Kâzım’dır. Ümmü’l Benin, Tüktem, Necime denilmiştir.
Medine’de dünyaya gelmesine rağmen Abbasi halifesi Me’mun onu zorla Horasan’a getirtmiş ve ona zorla veliahtlık görevini vermiştir. İmam Rıza (a.s) Medine -Horasan yolunda ünlü “Silsiletu’z Zeheb Hadisi” hadisini Nişabur şehrinde açıklamıştır. Me’mun’un İmam Rıza (a.s) ile öteki din ve mezhep büyükleri arasında teşkil ettiği münazara toplantıları meşhurdur. İmamet süresi 20 yıldır. Tûs şehrinde vefat etmiştir. Me’mun İmam Rıza'nın (a.s) şehadetinden sorumlu tutulmuştur. Kabr-i şerifleri Meşhed şehrindedir ve her yıl dünyanın çeşitli ülkelerinden milyonlarca Müslüman ziyaretine gelmektedir.
MEŞHED
Masum İmamların sekizincisi olan İmam Rıza (a.s), Hicri 148’de Zilkade ayının 11. günü Medine’de doğdu. KISACA İMAM RIZA’NIN (A.S) HAYATI
Masum İmamların sekizincisi olan İmam Rıza (a.s), Hicri 148’de Zilkade ayının 11. günü Medine’de doğdu.
[1] Aziz babası, İmam Musa b. Cafer (a.s)’dır; abide ve takvalı annesi ise Tüktem, Necme, Tahire
[2] ve Selame
[3] isimleriyle meşhurdur. İmam Rıza (a.s)’ın mübarek ismi “Ali”, künyesi ise Ebu’l Hasan’dır; Rıza, Sabır, Fazıl
[4] Vefiy, Reziy
[5] Veliy, Zekiy
[6] de O’nun lakaplarındandır. İmam Rıza (a.s)’ın görkemli dönemi, Hicri 183’ten itibaren başlamıştır. O zamanlar siyasi hükümet Bağdat’ta Harun Raşid’in elinde idi. Bu Abbasi halifesinin hükümet sistemi, diktatörlük esasına dayalıydı. Onun memurları, maliyet (vergi) almak için halka işkence yapıyor,
[7] sürekli Fatıma (a.s)’ın evlat ve Şiilerini kılıçtan geçiriyorlardı.
[8] Nitekim onların büyüğü olan İmam Musa b. Cafer (a.s)’ı yıllarca Basra ve Bağdat’ta hapsettiler ve sonunda O İmamı zehirleterek şehit ettiler.
Harun Reşit, çılgınca zulüm ve haksızlıklarına ilaveten, yabancıların fikir ve düşüncelerini, özellikle Yunan felsefesini, halkın ilgisini yabancıların ilmine çekmek ve Ehl-i Beyt ailesini ilmi inzivada bırakmak için Müslümanların ilmi havzalarında yayıyordu. Ebubekr-i Harezmi (Ö: 383), Abbasilerin özellikle Harun’un tavırları hakkında Nişabur halkına yazdığı bir mektubunda şöyle yazıyor:
“Harun, nübüvvet ağacını kestiği ve imamet fidanını kökünden kazıdığı bir halde öldü... Hidayet İmamlarından biri ve Mustafa (s.a.a) ailesinin büyüklerinden bir büyük şahsiyet öldüğünde cenazesini teşyi edecek ve kabrini alçı ile düzeltecek bir adam bulunmuyordu.
Ama bir palyaço veya maskaracı veya kendilerinden olan bir katil öldüğünde kadı ve hakimler cenazesini teşyi etmeye hazır olur, vali ve yöneticiler onun ağıt toplantısına katılırlardı. Maddeci ve Sofistiler onların ülkesinde emniyet içerisinde yaşıyorlardı, Felsefi ve Manevi (Manevi bir tarikat ismidir) kitaplarını tedris eden kimselere dokunmuyorlardı. Ama Şii olan herkesi katlediyor ve oğlunun adını “Ali” koyanın kanını döküyorlardı.
[9] İmam Rıza (a.s), Müslümanlara hakim olan siyasi ortamı göz önünde bulundurarak işin evvelinde kendi imametini alenen açıklamadı; fakat Şia ve dostlarıyla ilişkileri vardı. Ama bir kaç yıl geçtikten sonra Harun Raşid’in hükümeti, çeşitli grupların ayaklanmasıyla zayıf bir duruma düştü. İmam Rıza (a.s) bu fırsattan yararlanarak kendi imametini Medine şehrinde aleni etti; itikadî ve içtimaî meselelerde halkın sorunlarını gidermeye başladı. İmam (a.s)’ın kendisi şöyle buyuruyor: “Ben Medine’de idim, bir katıra binip o şehrin sokaklarında dolaşıyordum; o şehrin halkı ve diğer kimseler, ihtiyaçlarını benden istiyorlardı, ben de onların ihtiyaçlarını gidermeğe çalışıyordum... ve mektuplarım şehirlerde geçerliydi.”
[10] Diğer bir sözünde de şöyle buyuruyor:
“Ben ceddim Resulullah (s.a.a)’in hareminde oturuyordum, bir gurup alim de orada dini meseleler hakkında konuşuyorlardı, onlardan biri bir meselede aciz kalınca hepsi bana yöneliyor, sorularını benden soruyorlardı, ben de cevaplarını veriyordum.”
[11] Horasan bölgesinde hükümet aleyhine ayaklananları yatıştırmak için o bölgeye gitmiş olan Harun Raşid, Hicri 193’te Horasan’da ölerek Tus (Meşhed)’un “Senabad” bölgesinde defnedildi.
[12] Harun’un ölümünden sonra hilafet hakkında onun oğulları Emin ve Memun arasında ihtilaf çıktı. Emin Bağdat’ta kudreti ele geçirdi, Memun da Merv’de (Horasan’da) hilafet tahtına oturdu .
[13] Bu iki kardeş arasındaki ihtilaf beş yıl sürdü. Nihayet hicri 198’de Memun’un ordusu Bağdat’a saldırarak Emin’i katlettiler.
[14] Böylece İslami ülkelerin yönetimi Memun’un eline geçti. Ama Harun’un zulümlerinden rahatsız olan Alevi ve seyitler, onun oğullarının hükümetinden de razı değillerdi. Hicaz, Irak ve Yemen bölgelerinde Memun’un hükümeti aleyhine ayaklandılar.
[15] Onlar hükümetin, Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’inin eliyle yönetilmesini istiyorlardı.
Memun, onların kıyamını durdurmak ve Şialar arasında kendine bir yer edinmek için, onların büyüğü ve önderi olan İmam Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’ı Horasan’a davet etmeyi ve İmam’ın onun teşkilatında görünmesiyle hükümetinin İmam Rıza (a.s) tarafından teyit edildiğini halka ilka etmeği tasarladı.
Bu yüzden Memun, İmam (a.s)’a birçok davet mektupları gönderdi. Ama her defasında İmam’ın olumsuz cevabıyla karşılaştı. Memun durumun böyle olduğunu görünce İmam’ı tehdit etmeye başladı. İmam Rıza (a.s) Memun’un kendisinden el çekmeyeceğini görünce Şiilerin kanlarının dökülmesini önlemek için Hicri 200’de Horasan’a doğru hareket etti.
[16] İmam Rıza (a.s) Medine’den ayrılmadan önce, ceddi Resulullah (s.a.a) ile vedalaşmak için O’nun haremine gitti, Resulullah (s.a.a)’in kabrini bir kaç kez ziyaret etti, her defasında yüksek sesle ağlıyordu.
[17] Sonra İmam Cevad (MUHAMMED Taki) (a.s)’ı yanına alarak tüm vekil ve temsilcilerine O’nun emirlerine uymalarını ve O’na karşı muhalefet etmekten sakınmalarını emretti; aynı zamanda İmam Cevad (a.s)’ın kendi vasisi olduğunu da ashabından güvendiği kişilere açıkladı.
[18] İmam Rıza (a.s)’ın Horasana hareket edeceği yol, Memun’un emri doğrultusunda Basra, Ahvaz ve Fars şehirlerinden geçiyordu; Kufe ve Kum şehirlerinden geçmeleri yasaklanmıştı.
[19] Çünkü Memun, İmam Rıza (a.s)’ın o şehirlerden geçerken oradaki Şialara kendi durumunu açıklayacağından korkuyordu.
Velhasıl, İmam Rıza (a.s) uzun bir mesafeyi kat ettikten sonra Nişabur’a vardı; o şehrin halkı ve alimleri tarafından sıcak bir şekilde karşılandı.
Maliki mezhebinden olan bir muhaddis ve fakih olan İbn-i Sabbağ (Ö: 855) şöyle yazıyor: Ebu Zer’a-yi Razi ve MUHAMMED b. Eslem-i Tusi, hadis, rivayet ve dirayet ehli olan pek çok alimlerle birlikte Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’ın huzuruna varıp şöyle dediler:
“Ey şanı yüce seyyid, ey İmamların evladı, pâk olan babalarının ve kadri yüce dedelerinin hakkı hürmetine, mübarek yüzünü bize göster ve babalarının ceddin Resulullah (s.a.a.)’den duyarak naklettikleri bir hadisi bize rivayet et; biz de seni onunla analım.”
İmam (a.s.) katırını durdurdu ve hizmetçilerine, gölgeliği tahtırevandan bir kenara itmelerini emretti. Böylece İmam (a.s.), mübarek cemaliyle orada bulunanların gözlerini aydınlattı, halk durup İmam (a.s.)’a bakıyor, bazıları feryat ediyor, bazıları ağlıyor, bazıları da İmam’ın bineğinin ayaklarını öpüyordu; ağlama ve sevinç sesleri birbirine karışmıştı. Nihayet alim ve fakihler halka hitaben yüksek bir sesle şöyle dediler:
“Ey millet! Susun ve size faydası olacak sözü iyice dinleyin, ezberleyin...” Bu esnada İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular:
“Babam Muse’l- Kazım babası Cafer’üs- Sadık’tan, o da babası MUHAMMED Bakır’dan, o da babası Zeyn’ül- Abidin Ali’den, o da babası Kerbela şehidi Hüseyin’den, o da babası Ali b. Ebu Talib’den şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir; Habibim ve gözümün nuru olan Resulullah (s.a.a) bana buyurdular ki; Cebrail bana şöyle dedi: Rabb’ul- izzeti Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor: “La ilahe illellah” kelimesi benim kalemdir, öyleyse kim bu kelimeyi derse, kaleme girmiş olur; kaleme giren kimse de, azabımdan amanda kalır (kurtulur).”
Sonra tekrar gölgeliği tahtırevanın üzerine atıp kendi yoluna devam etti.
[20] Ravi diyor ki, katır biraz ilerlediğinde İmam (a.s) yüksek bir sesle bize şöyle buyurdu: “O kelimenin şartlarını gözettiğiniz takdirde ALLAH’ın azabından kurtulursunuz; ben de onun şartlarındanım.”
[21] O önemli olayda, kalem ve hokkaları ile mezkur hadisi yazanların sayısının yirmi bin kişi üzerinde olduğu kaydedilmiştir.
[22] Fazl b. Ruzbehan (Ö: 927) Şafii mezhebi alimlerinden olup İmamet meselesini reddetme hakkında “İbtal-u Nehc’ul- Batıl”
[23] kitabını yazmasına rağmen zikrettiğimiz hadis hakkında şöyle demiştir: “O hadis, son derece değerli bir hadis olup senetleri de yüksek derecede sahihtir.”
[24] Sözünün devamında şöyle diyor: “Muhakkiklerin dediğine göre, bu hadis öyle sahih bir senede sahiptir ki, eğer onun senedini (senedinde geçen isimleri), deli ve hasta olan bir adama okurlarsa şifa bulur.”
Yine şöyle ekliyor: “Nuh b. Mensur-i Samani isminde olan “Horasan” şahlarından biri, bu senetleri söz konusu hadisle yazıp onun kabrine bırakmalarını vasiyet etti. Bu hakir ve fakir kul da (kendisini kastediyor), o hadisin senetlerinin, eceli yetişmeyen hastaya okunarak şifa verdiğini denemişim. Hasta olup bu kulun yanına gelenlere o senedi okumuşum, okuduğum gün, o hadisin senedinde yer alan kimselerin yüzsuyu hürmetine şifa bulmuşlardır; bu, benim gibi fakirin tecrübe ettiği şeylerdendir.”
[25] İmam Rıza (a.s), Nişabur ve diğer bir kaç şehri geçtikten sonra, Memun’un bulunduğu başkent Merv’e yetişti ve onun tarafından ihtiramla karşılandı.
Memun, siyasi planlarını uygulamak için geniş çaplı bir faaliyet başlattı. Memun ilk önce şöyle dedi: “Ben hilafetten kenara çekilmeyi ve bu makamı sana vererek sana biat etmeyi düşünüyorum.”
Ama İmam Rıza (a.s) bu öneriyi kabul etmeyerek şöyle buyurdular:
“Eğer bu hilafet seninse ve ALLAH (c.c) tarafından sana verilmişse, onu kendinden uzaklaştırıp başkalarına vermen câiz değildir. Ama eğer hilafet senin değilse, o zaman da kendi malın olmayan bir şeyi bana vermen câiz ve doğru değildir.”
[26] Memun bu önerisinden vazgeçmedi, bu müzakereler tam iki ay sürdü.
[27] Sonunda Memun, hilafet teklifinden vazgeçip veliahtlığı İmam’a önerdi ve tam bir küstahlıkla şöyle dedi: “ALLAH’a and olsun ki, eğer veliahtlığı da kabul etmezsen seni onu kabul etmeğe mecbur ederim, kabul etmediğin takdirde ise boynunu vurdururum.”
[28] İmam Rıza (a.s), veliahtlık makamını kabul etmekten başka bir çaresinin kalmadığını görünce, bir takım şartlarla onu kabul etmek zorunda kaldı; o şartları şöyle açıkladı:
“Ben veliahtlığı şu şartlarla kabul ediyorum; Devlete ait işlerde emr ve nehy etmeyeceğim, fetva ve hüküm vermeyeceğim, vali tayin etmeyeceğim, kimseyi makamından almayacağım, hükümette olan bir şeyi değiştirmeyeceğim, beni bunların hepsinden muaf kılacaksın.”
[29] İmam Rıza (a.s)’ın bu şartları zikretmesi, Memun’un hükümetinin şer’i bir hükümet olmadığını, “ülkenin hiçbir siyasi işine karışmayacağım” buyurması ise o hükümetin İslami bir yönetimle idare edilmediğini göstermektedir. Velhasıl veliahtlık makamı, hicretin 201. yılının Ramazan ayında resmi bir şekilde ilan edildi ve Memun bu olayı ülkenin her tarafına tebliğ etti,
[30] İmam Rıza (a.s)’ın adına para bastırdı, kızı Ümmü Habibe’yi O’na nikahladı ve Abbasilerin alameti olan siyah elbise ve bayrakları yeşile dönüştürdü.
[31] Gerçi bu olay, az da olsa Alevi ve Şiilerin gam ve üzüntüsünü giderdi. Ama Abbasileri öfkelendirip onların daha çok bulunduğu yer olan Bağdat’ı sarstı.
[32] Şunu da hatırlatmamız gerekir ki, İmam Rıza (a.s), Memun’un riyakar hükümetine karşı koyması ve onun kültürel siyasetlerini bozguna uğratması için veliahtlığı kabul etmekle kendi canını ölüm tehlikesinden koruması gerekiyordu. Çünkü Memun, babası Harun gibi o günün İslami ülkesini Yunan vb. ülkelerin küframiz düşünceleriyle doldurmuş ve yabancıların kültürünü yaygınlaştırmaya çalışmıştı; öyle ki ilhadi şüphe ve küframiz fikirler artık dillere düşmüştü.
Kadı Said b. Endülüsi (Ö: 462) şöyle diyor: Hilafet, Abbasilerin yedinci halifesi olan Harun Raşid’in oğlu Memun’un eline geçince, dedesi Mensur’un başlattığı şeyi tamamladı ve Rum sultanları ile ilişkiler kurarak onlardan felsefi kitaplar istedi; onlar da ellerinde olan kitapları Memun’a gönderdiler. Memun da uzman mütercimler bularak o kitapları (Arapça’ya) tercüme etmelerini emretti.
Mütercimler de var güçleriyle o kitapları tercüme ettiler. Daha sonra Memun, halkı o kitapları okuyup okutmaya teşvik etti. Memun’un kendisi ise filozoflarla oturup onların münazara ve müzakerelerinden lezzet alıyordu.
[33] Dineveri (Ö: 282) de şöyle diyor: Memun, İklidus’un kitabını Rumlulardan ele geçirip onun tercüme ve izahatının yapılmasını emretti. Memun hilafeti boyunca, edyan ve mektepler arasında münazara meclisleri düzenliyordu.
[34] Memun’un, yabancıların kitaplarını, özellikle Yunan felsefesini Müslümanların arasında yaymaktan maksadı, Ehl-i Beyt ailesine halkın teveccühünü azaltmak ve buna ilaveten Abbasilerin o mübarek ailenin karşısındaki ilmi eksikliklerini örtbas etmek ve Abbasi hükümetinin temellerini gittikçe takviye etmekti.
Ama İmam Rıza (a.s), Ehl-i Beyt ailesinin alimi ve İmamı olarak Abbasi hükümetinin sinsi siyasetine karşı koymuş ve saray alimleriyle çeşitli konularda münazara yaparak dinin hakikatlerini muhafaza etmiştir.
Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor: Memun, İmam Rıza (a.s)’ı halkın gözünden düşürmek ve onlara; İmam Rıza artık dünyaya yönelmiştir demesi için veliahtlık makamını zorla İmama verdi. Bu işin, İmam (a.s)’ın halkın yanında makam ve azametinin daha da artmasına sebep olduğunu görünce, İmam Rıza (a.s)’ı ilmi yönde mağlup etmek ve onu halkın yanında küçük düşürmek için çeşitli şehirlerden İmamla tartışmaları için büyük alimler davet etti.
Ama İmam (a.s)’ın karşısına çıkan her Yahudi, Mesihi, Mecusi, Saibi, Berahimei... ve Müslüman fırkaların alimleri, İmamla tartışınca mağlup olarak geri dönüyorlardı. Bu durumu gören halk; “ALLAH’a and olsun ki O (İmam Rıza), hilafete Memun’dan daha layıktır.” diyordu.
[35] Arz ettiğimiz gibi İmam Rıza (a.s), veliahtlığı kabul etme şartlarını zikretmek ve kendi zamanının büyük alim ve filozoflarını mağlup etmekle Memun’un uğursuz planlarını etkisiz hale getirdi ve bir kez daha Ehl-i Beyt mektebinin hakkaniyetini herkese ilan etmiş oldu.
Memun, durumun bu açıdan da kendi zararına tamam olduğunu ve Bağdat’taki Abbasiler arasındaki kargaşa ve rahatsızlıkları görünce, başkenti Merv’den Bağdat’a intikal ettirmeyi düşündü. Memun, Abbasi ve Arap emirleri yanında itibar kazanmak için İranlı veziri olan Fazl b. Sehl’i, Serahs şehrinde öldürttü.
[36] İmam Rıza (a.s)’ı da Tus’da ortadan kaldırmak için bir meclis düzenledi, o mecliste İmam (a.s)’ı zehirleterek şehit etti.
[37] İmam Rıza (a.s)’ın pâk cenazesi, o gurbet diyarda "Nevkan"ın "Senabad" köyüne (şimdiki Meşhed) götürülerek Harun Raşid’in kabrinin kıble tarafında toprağa verildi.
[38] Meşhur görüşe göre, İmam Rıza (a.s), hicretin 203. yılının Sefer ayının sonunda şahadete erişmiştir.
[39] İmam Rıza (a.s)’ın “Cevad” lakabıyla tanınan MUHAMMED isminde sadece bir oğlu vardı;
[40] O da Şiilerin dokuzuncu İmam’ı olan MUHAMMED Taki (a.s)’dır.
_______
Kaynaklar:
[1] - Bihar, c. 49, s. 9 ve 10. Kafi, c. 1, s. 486. İrşad, c. 2, s. 247.
[2] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 1, s. 14.
[3] - El- Mecd-u fi Ensab’it- Talibiyyin, s. 126.
[4] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 250.
[5] - Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 50.
[6] - Fusul’ul-Muhimme, s. 244.
[7] - Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 362.
[8] - İkd’ul-Ferid, c. 2, s. 44.
[9] - Resail-i Harezmi, s. 79.
[10] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 167.
[11] - Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 107.
[12] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 338, 344, 355.
[13] - a.g.e, c. 8, s. 365.
[14] - a.g.e, c. 8, .478.
[15] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 527. Mekatil’ut-Talibiyyin, s. 422-453.
[16] - Kafi, c. 1, s. 488.
[17] - Uyun-u Ahbar’ür Rıza, c. 2, s. 217.
[18] - İsbat’ul-Vasiyye, s. 224.
[19] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 149.
[20] - Fusul’ul-Muhimme, s. 253 ve 254.
[21] - Yenabi’ul-Mevedde, s. 364 ve 385. Emali-yi Saduk, s. 208. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 135.
[22] - Fusul’ul-Muhimme, s. 254.
[23] - Şia alimlerinden olan Kadi Nurullah-i Şuşteri (Ö: 1019) “İhkak’ul-Hak ve İzhak’ul-batıl” kitabını, Fazl bin Ruzbehan’ın kitabının reddinde yazmıştır. Bundan dolayı feci bir şekilde şehit edilmiştir. Bkz. İhkak’ul Hak, s. 159. (Ayetullah Mer’aşi-yi Necefi’nin bu kitaba yazdığı mukaddime.)
[24] - Mihman Name-yi Buhara, s. 342.
[25] - Vesilet’ul-Hadim, s. 217.
[26] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 149.
[27] - a.g.e, s. 149.
[28] - a.g.e, s. 140.
[29] - Kafi, c. 1, s. 489. Uyun, c. 2, s. 15. İrşad, c. 2, s. 260.
[30] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 554.
[31] - Vefeyat’ul-A’yan, c. 2, s. 432. Tarih-i İbn-i Esir, c. 4, s. 162.
[32] - Et-Tenbih-u ve’l- İşraf, s. 302.
[33] - Muhtasar-u Tarih’ud- Duvel, s. 136.
[34] - Ahbar’ut- Tival, s. 401.
[35] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 239.
[36] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 565.
[37] - Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 243.
[38] - a.g.e, s. 248.
[39] - A’lam’ul-Vera, s. 303. Tarih-i İbn-i Esir, c. 4, s. 178. Nur’ul-Ebsar, s. 160.
[40] - İsbat’ul-Vasiyye, s. 230. Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 92.
İmam Rıza'nın Ziyareti
01 Ocak 1970 İmam Rıza (a.s) Yorum 2919 okuma
Bilin ki kim, Allah’ın farz kıldığı hakkımı ve itaatimi tanıdığı halde beni ziyaret ederse, ben ve babalarım kıyamet günü onun şefaatçileri oluruz.
imam Rıza'nın Ziyareti
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bilin ki kim, Allah’ın farz kıldığı hakkımı ve itaatimi tanıdığı halde beni ziyaret ederse, ben ve babalarım kıyamet günü onun şefaatçileri oluruz.”
İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
“Dostlarımdan her kim, hakkımı tanıdığı halde beni ziyaret ederse, kıyamet günü ona şefaatçi olurum.”
İmam Cevad (a.s) da şöyle buyurmuştur: “Kim babamın kabrini ziyaret ederse, cennet ehli olur.”
Yine İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kim babamın kabrini Tus’da (Meşhed), onun hakkını tanıdığı halde ziyaret ederse, cenneti ona garanti veririm.”
Bir rivayette şöyle geçer:
“İmam Rıza (a.s)’ın hakkını tanımak; O’nun itaati farz olan bir İmam olduğunu bilmek ve O Hazretin garip ve şehit olduğuna yakin etmektir.”
İmam Hadi (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Kimin Allah’a bir haceti olursa, gusül etmiş olduğu halde ceddim Rıza (a.s)’ın kabrini Tus’da ziyaret etsin, kabrinin başı ucunda iki rek’at namaz kılsın ve namazın kunutunda hacetini Allah’tan istesin. Allah Teala onun, günah ve akrabalarla ilişkiyi kesmek dışındaki dua ve isteklerini kabul eder. İmam Rıza (a.s)’ın kabrinin olduğu yer, cennet buk’alarından (mekanlarından) bir buk’adır; Allah Teala, o buk’ayı ziyaret eden her mümini, cehennem ateşinden kurtararak cennete götürür.”
İmam Rıza (a.s)
Ebü’l-Hasan Ali bin Musa er-Rıza (h. 148-203), İsna Aşer (On İki İmam) Şia’sının sekizinci imamıdır. En meşhur lakabı “Rıza” ve “İmam Rıza” olarak anılmaktadır. Künyesi Ebü’l-Hasan’dır. Babası Şiaların Yedinci İmamı, İmam Kâzım’dır. Annesinin adı konusunda fikir ayrılıkları bulunmaktadır: Örneğin Ümmü’l Benin, Tüktem, Necime denilmiştir.
Medine’de dünyaya gelmesine rağmen Abbasi halifesi Me’mun onu zorla Horasan’a getirtmiş ve ona zorla veliahtlık görevini vermiştir. İmam Rıza (a.s) Medine -Horasan yolunda ünlü “Silsiletu’z Zeheb Hadisi” hadisini Nişabur şehrinde açıklamıştır. Me’mun’un İmam Rıza (a.s) ile öteki din ve mezhep büyükleri arasında teşkil ettiği münazara toplantıları meşhurdur. İmamet süresi 20 yıldır. Tûs şehrinde vefat etmiştir. Me’mun İmam Rıza'nın (a.s) şehadetinden sorumlu tutulmuştur. Kabr-i şerifleri Meşhed şehrindedir ve her yıl dünyanın çeşitli ülkelerinden milyonlarca Müslüman ziyaretine gelmektedir.
İmam Rıza (a.s)
Tam İsmi Ali bin Musa (a.s)
Konumu Şiilerin Sekizinci imamı
İsmi Ali
Künyesi Ebü’l Hasan
Lakabı Rıza
Sabır
Razi
Vafi
Doğum Tarihi h. 148, 11 Zilkade
Doğum Yeri Medine
Ölüm Tarihi h. 202, Safer ayının son günü
Baba Adı Hz. İmam Musa Kâzım (a.s)
Anne Adı Tüktem
Ömrü 55 yıl
Türbesi Meşhed (İran)
Eşi Subeyke
Çocukları İmam Muhammed Cevad.
KUM
Hz. Masume (sa)’nin Kısaca Hayatı
Hz. Masume (sa)’nin Kısaca Hayatı
Bu onurlu hanımın asıl adı Fatıma, lakabı Masume’dir. Hz. Masume (sa) Medine-i Münevvere şehrinde, hicretin 173. yılının Zilkade ayının birinci günü dünyaya gelmiştir. Hz. Masume’nin babası İmam Musa Kazım (a.s)’dır. İmam Musa Kazım (a.s) kendi zamanında ilahi ilimlerin taşıyıcısı, yeryüzündeki insanlar arasında ilahi hüccet; ilim, takva, züht ve diğer yüce erdemler yönünden eşsiz idi.
Pek az uyur, gecelerini ibadetle geçirir, secde halinde saatlerce Allah Teala ile münacat ederdi. Bir çok geceler tanınmayacak bir şekilde fakirlerin evlerine başvurarak şefkatli bir baba gibi onların evine gerekli olan ihtiyaç maddelerini taşırdı. Gündüzleri ise halkı hakka hidayet etmekle meşgul olur ve zalimler vasıtasıyla tahrife uğramış olan dinin gerçeklerini açıklardı.

KUM
İmam Musa Kazım (a.s)’ın halk arasındaki manevi nüfuz ve mevkisine tahammül edemeyen ve O’nu kendi zalim yönetimlerinin istikrarı için bir tehlike gören zalim Abbasi hükümdarı Harun er-Reşit, yıllar boyunca İmam’ı zindanlarda tutmuş, çeşitli işkence ve zulümler yapmış, sonunda da İmamı zehirle şehit ettirmiştir. İmam Rıza (a.s) ise Hz. Fatıma-i Masume’nin en yakın gönüldaşı, sırdaşı, yaveri ve vefalı kardeşi olarak onu himayesine aldı. Nakledilen rivayetlere göre, imam Rıza (a.s) kız kardeşi Hz. Fatıma’ya büyük bir sevgi besler ve ilgi gösterirdi. Hz. Fatıma da kardeşi İmam Rıza’ya (a.s) özel bir sevgi ve saygı gösterirdi.
Allah’ın salatı O’na ve hidayet meşaleleri olan diğer Ehl-i Beyt İmamlarına olsun.
Hz. Masume’nin annesi iffet, iman ve takvasıyla tanınan ve İslami ilimlere vakıf Necme isminde muhterem bir hanımdır. O İslami ilimleri Hz. İmam Cafer Sadık (a.s)’ın hanımı Hamide’den öğrenmiştir.
Horasan’a Yolculuk
Abbasi halifelerinin yedincisi olan Me’mun, Şia’nın kıyamını önlemek için, Hz. İmam Rıza (a.s)’ı, Medine’den Horasan’a davet etti. Bu hususta, İmam (a.s)’a çok mektuplar gönderdi ve nihayet zorla İmam’ı Horasan’a getirtti. İlk önce (siyaset icabı) hilafeti İmam’a teklif etti; ama İmam (a.s) kabul etmedi. Daha sonra veliaht olmayı teklif etti. İmam (a.s), Me’mun’un hilelerinden haberdar olduğu için yine, ilk önce kabul etmedi, ama daha sonra Me’mun’un ısrar ve tehdidiyle, veliahtlığı, memleketin siyasi işlerine karışmamak şartıyla, zâhirde kabul etti. İmam (a.s) koyduğu bu şartla, Me’mun’un hükümetinden razı olmadığını Müslümanlara anlatmak istedi.
Kum’un büyüklerinden nakledildiğine göre, Memun’un, İmam Rıza (as)’ı Medine’den Merv Şehrine götürmesinden bir yıl geçtikten sonra, yani Hicretin 201. yılında Hz. Masume (sa) kardeşini görmek için, birkaç kardeşinin eşliğinde Medine’den Horasan’a doğru hareket etti.
Bu yolculukta Hz. Masume’yle Birlikte Olanlar
Bu yolculukta Hz. Masume (sa), Fazl, Cafer, Hadi ve Kasım isminde dört kardeşi ve bir kaç yeğeni ve bir kaç hizmetçi ile birlikte idi.
Hz. Masume’nin Hastalanması Hz. Masume (sa)’ın, bulunduğu kafile İran’ın Save şehrine ulaştığında, Ehl-i Beyt düşmanları haberdar olup onların kafilesine saldırdılar; bu saldırıda Hz. Masume (sa)’ın kardeş ve yeğenlerinden 23 kişi, vuku bulan çatışma sonucu şehit oldular.
Kum şehrinin halkı bu haberi duyunca yardıma koştularsa da, olay yerine ulaştıklarında artık Hz. Masume (sa)’ın yakınlarından bazıları şehit olmuştu; Hz. Masume (sa)‘da bu olaydan duyduğu hüzün ve üzüntü neticesinde şiddetli bir şekilde hastalanmıştı.
O zaman, Save şehrinin halkı çok mutaassıp idiler; hatta Hz. Ali aleyhisselam’ın evlatlarına karşı kin besliyorlardı. Hz. Masume (sa), ”Burayla Kum Şehri arasındaki mesafe ne kadardır?” diye sordular. On fersah diye cevap verdiler. Bunun üzerine ”Beni Kum’a götürün ” dediler. Ve sözlerine şunu eklediler ki: Ben babalarımdan duydum ki ”Kum şehri bizim Şialarımızın yeridir.”
Hz. Masume (sa), 201 hicri kameri yılının Rebiulevvel ayının 23’de Kum şehrine ulaştılar.
Hz. Masume’yi Karşılama
Nakledilen sahih hadislere göre, Hz. Masume (sa)’ın Kum’a girişlerinde, Kum’un büyükleri, onların önünde Musa b. Hazrec ve Kum halkından kalabalık bir grup, Hz. Masume (sa)’ı karşıladılar ve bir çok kurban kestiler.
Hz. Masume (sa)’nın Kum’da, bu şehrin büyüklerinden olan Musa b. Hazrec b. Sa’d Eş’ari’nin ricası üzerine onun evine yerleştiler.
Musa b. Hazrec’in evinde olduğu müddetçe, daima kardeşi Hz. Rıza (a.s)’ı hatırlayıp ayrılığından dolayı göz yaşı döküyordu. Hz. Masume’nin bulunduğu ev şimdi “Meydan-ı Emir” mahallesinde Ammarı Yasir Caddesinde “Sittiye” medresesinde (Beytel Nur) bulunmaktadır ve Ziyaret mekanı olarak butun zuvvara açıktır.
Hz. Masume’nin Vefat ve Defni
Hz Masume, Musa b. Hazrec’in evinde on yedi gün kaldı, ta ki Rebiussani ayının onunda, 201 hicri kameri yılında Kum Şehrinde vefat etti.
Bu nakle göre Hz. Masume, vefat ederken doğumundan 27 yıl 4 ay ve on gün geçmekteydi.
Hz. Fatime Masume (sa), vefat ettiğinde onu gusl edip, kefenlediler ve sonra Kum’da bulunan Babilan adlı mezarlığa defin ettiler.
Nakle göre, kimin Hz. Masume’nin pak na’şını mezara indireceği hususunda, Saad ailesi arasında ihtilaf meydana gelmiş ve sonunda hepsi, Kadir isimli salih bir yaşlının bu görevi üstlenmesi hususunda ittifak etmişlerdir.
Bu şahsın gelip cenazeyi defin etmesi için ardısıra adam gönderdiklerinde, aniden çölün kumluk tarafından yüzü örtülü iki süvarinin süratle geldiği görülmüştür. Bu iki süvari, Hz. Masume’nin cenazesinin yanına gelip atlarından indiler; cenaze namazını kıldılar, sonra Hz. Masume’nin cenazesini toprağa verdiler ve daha sonra çıkıp gittiler. Ve bunların kim olduğunu kimse anlayamadı. Bazi rivayetlere gore bu iki genç Allah’ın yer yuzundeki delilleri olan İmam Rıza (as) ve İmam Cevad (as) idiler ve mucizevi şekilde oraya geldiler.
Hz. Masume’nin (s.a) Türbesi
Hz. Masume'nin (s.a) Mukaddes Türbesinden bir kare
Ana Madde: Hz. Masume’nin (s.a) Türbesi
Eş’arilerin Kum’a yerleşmesi ve hâkimiyeti ele almalarının ardından Kum şehri, İmamların (a.s) Şiaları, dostları ve evlatları için güvenilir bir yer haline geldi. Hasan b. Muhammed Kummi “Tarih-i Kum” kitabında “Talibiyye” adıyla meşhur olan bir faslı, İmam Ali b. Ebu Talib’in (a.s) Kum’a gelen ve oraya yerleşen evlatlarından bir grubun isimlerini zikretmek için tahsis etmiştir. Nasıru’ş-Şeria da kendi “Tarih-i Kum” kitabında başta Hz. Fatıma Masume’ye (s.a) yer vermek üzere Kum imamzadelerini tanıtmak için bir bab açmıştır.
Hz. Masume (s.a) Medine’den Merv’e gitmek üzere yola çıkmış, ancak bazı nedenlerden ötürü kervanı durdurulduğundan dolayı, yönünü Kum’a çevirmiştir. Hz. Fatıma Masume (s.a) Kum’da 17 gün ikamet ettikten sonra vefat etmiş ve mukaddes Kum şehrinde toprağa verilmiştir.
Hz. Masume’nin (s.a) türbesi Kum’u İran’ın ikinci mezhebi şehrine ve Şiilerin de birinci merkezi haline getirmiştir. Hz. Masume’den (s.a) sonra çok sayıda Seyyid ve İmamzade Kum ve Save ve Kaşan gibi Kum’un çevresindeki bölgelere akın etmiştir.
Fakih ve Hadis Ravilerinin Varlığı
Ehlibeyt mektebinin (teşeyyü) Kum’da yayılmasının etkenlerinden biri de İmamların öğrencileri ve Şii âlimlerdir. Nitekim:
Ebu İshak Kummi
Nasıru’ş-Şeria’nın yazdığına göre, Kufeli ve Yunus b. Abdurrahman’ın öğrencilerinden olan Ebu İshak Kummi, Kufelilerin hadislerini Kum’da neşreden ilk kişidir.
Zekeriya b. Âdem b. Abdullah b. Sa’d el-Eş’ari Kummi
Nasıru’ş-Şeria şöyle nakletmektedir: Necaşi “Rical” kitabında ve Allame “Hulasa” kitabında şöyle yazmışlardır: O, celil ve şanı yüce sıkatlardandır (güvenilirdir) ve İmam Rıza (a.s) nezdinde makam sahibidir. İmam Rıza (a.s) onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah onu rahmetine nail etsin; doğduğu gün, öleceği gün ve tekrar diriltileceği gün.” Bu büyük şahsiyetin mezar-ı şerifi, Kum'da, Şeyhân Kabristanı'nda bulunmaktadır.
Ahmed b. İshak
“Kafile Saları Kummiyyin” olarak da bilinen Hasan b. İshak’ın İmam Cevad (a.s) ve İmam Hadi’den (a.s) hadis naklettiğini söylemişlerdir. İmam Hasan Askeri’nin (a.s) özel dostlarından biri ve Şeyh-i Kummiyyindir. Necaşi onu, haklarında methiye yayınlanan cemaatten biri olarak zikretmiştir.
Şeyh Saduk
Ana Madde: Şeyh Saduk
Kum’da ikamet eden Şii âlimlerinden biri de “Şeyh Saduk” olarak bilinen “Ali b. Babaveyh-i Kummi” (vefat: 381 h.k) Şia’nın büyük âlimlerinden biridir.
Ana Madde: Eş’ari Hanedanı Yemen asıllı olan Eş’ari kabilesi, Hz. Resul-ü Ekrem’in (s.a.a) zamanında Müslüman olmuştur. Halifeler döneminde Kufe’de ikamet eden bu kabile, hicri 85 yılında Kum’a hicret etmiştir.
Eş’arilerin Kum’a hicreti, Kum tarihi için bir dönüm noktası olarak bilinmiştir; zira onların Kum’a girişi Şiiliğin Kum’a ve ardından da İran’ın diğer noktalarına girişinin mukaddimesi olmuştur.
Muhtar’ın Kıyamının bastırılmasının ve Saib b. Malik Eş’ari’nin katledilmesinden ve aynı şekilde Muhammed b. Saib’in Haccac b. Yusuf tarafından öldürülmesinin ardından, Eş’ariler Kufe’den göç ederek İran’ın farklı bölgelerine dağıldılar. Sa’d b. Malik Eş’ari’nin Kum’a gelen iki oğlu Ahvas ve Abdullah, Kum’da Yezdan Fadar tarafından ilgiyle karşılandı ve Yezdan Fadar onlardan Kum’da ikamet etmelerini istedi.